28 Şubat 2024 Çarşamba

Söyleşi: Postmodern zamanlarda siyaset

 


- Gittikçe dozu artan popülizm

- Alışılmadık, soru işaretli liderler

- Daralan ve bulanık siyasi programlar yerine söylemler savaşımı

- İmaj ve söylem oluşturmada üretimin klişeleşmesi ve profesyonelleşme

- Sosyal medya kullanımının belirleyiciliğinin artması

- Seçmenin uygar insanın en temel toplumsal hakkı olmaktan çıkışı ve sıradan insanın toplumsal olana yabancılaşması


Postmodern Zamanlarda Siyaset söyleşimizde her gün hissettiğimiz siyasi anlamsızlık ve yabancılaşma durumunu doğuran nedenleri birlikte ortaya çıkarmaya, tanımlamaya çalışacağız. Bu gidişin değişmesi için önümüzde hangi yollar olabileceği üzerinde kafa yoracağız.


Söyleşi öncesinde tüm katılımcıların ilgili olduğunu düşündüğü olay ya da analizleri kendi yorumuyla paylaşması söyleşiye zengin bir gündem ile başlamamızı sağlayacaktır.

 

Toplumsalda Değişen Ölçüler ve İnsanlık Aklının Felci (Zafer Anayurt)


Yarım asır ile kıyaslanabilir yaşlarda olanlarımız dünyada toplumsal olanın dönüşümüyle ilgili eşsiz bir tarihsel zaman aralığına tanıklık etti. İki kutuplu dünya düzeninin sonunu, sosyalizmin durgunlaşmasını ve çöküşünü, kapitalizmin küreselleşme adı altında derinleşerek hayatın her alanına sızmasını gördük.


O zamanlar hayal bile edemeyeceğimiz iş alanları doğdu, yaşamın her alanı ticarileşti. Finansal rakamlar muazzam ölçülerde katlanarak büyüdü. Bireyler küçüldü, insan toplumları da boyut olarak büyümesine tezat bir şekilde ekonomik aktiviteye tabi hale gelerek her anlamda küçüldü. Varoluş ve ifade alanları tüketime kısıtlandı.


Çocukluğumuzda haftanın belirli günlerinde 4 - 5 saat açık olan tek kanallı televizyon yayınından başlayıp, binlerce kanalın kuru gürültüsü içinde seçecek birini bulamadığımız olanaklara boğulduk. 1994 senesinde hayatımıza giren Internet’in bugün boğulan insanın ne yazık ki tek varoluş olanağına dönüşmesini yaşadık.


Kişiler, sosyal medya sayfalarına dönüştüler, klişeleştiler. Farklı bir kişi olmanın anlamının, Internet’te ve alış-verişte bir diğer seçki olmaya kadar indirgenmesini gördük. Kendini ifade et, tarzını sen yarat modası bir sigara reklamıyla başlamıştı: “sıradanlığın dışına çık” (escape from ordinary).


Sınırlı televizyon kanallarında önümüze konulanı izlediğimiz yıllarda şimdiki neslin tarihten kaçış olanaklarına sahip değildik. Feodallerin, serflerin, kölelerin, aristokratların, çıkış halindeki burjuvazinin resmedildiği filmleri, farklı yüzyılları aptal kutusunda ve sinemalarda görmüştük.


Aptal kutusu şimdiki kadar aptallaştırmazdı o zamanlar. O zamanlar sinemalarda film gösterilirdi. Televizyonlarda da. Animasyon icat edilmemişti. Gerçek insanların (yanlı da olsa) gercek öykülerini gerçek insanların canlandırdığı filmler.


Uzay Yolu’yla evrene açıldık, Kaptan Onedin ile denizlere. Nesil olarak bugünkü kadar tarih-dışı değildik. Devlet kanallarımızın geçmişteki tek tabanca içerik kaynakları sayesinde Amerikan kültürünü epey tanıdık. Baskın olmasa da Avrupa duygusunu da gördük. Kültürler arasında kaldık.


Bugünden bakışla anlıyoruz ki Batı uygarlığının iyi zamanlarını görmüşüz. Çöküş ufuktaymış. Yanıbaşımızda biçimlenen yurdumuz taşrası, aptal kutularımızdaki dünya kadar gerçek gelmiyordu. Yanımızda ama uzaktı. Ama ülke siyasetinde kaderimize hükmetmeye hazırlananlar tarafından taşrada ve varoşlarda kazanın altı yakılmıştı. Egemen sınıf aklının kendi kaynaklarını bilmemesi mümkün değil.


Dünya siyasetinin dönüşümünü gördük. Brejnev’in mumya yüzünü, askeri geçit törenlerini gördük. Sosyalizmi bilek güreşinde altta kalmamak sandık. Farklı bir kültür ve yaşam yaratmak olarak algılayamamak yüksek bedelli bir hata oldu.


Filmlerindeki yurtseverlik, doğruluk, adalet, etik, cesaret ile ilgisi kalmamaya başlayan Birleşik Devletler siyasetinde Nixon skandalı da bu döneme aitti. İnsanlık siyaset tarihinde bir keskin dönüşümün habercisiydi. İlkeler vitrinde tutmak için çok pahalı hale gelmeye başlamıştı.


Ancak yine de Watergate’in dahi bir skandal bile olamayacağı günümüz gibi bir gelecek hayal edemezdik. Başka bir devletin manipüle ettiği bir ABD seçimi iddiasına 1970’lerde güler geçerdik. Bugüne hangi dönüşümlerle geldik? Siyaset nasıl bugünkü biçimsizliğe dönüştü? Bu sürecin ana destekçileri ve mimarları kimlerdi? Hangi araçları kullandılar? Dünya hangi yollardan geçti?


Dönüşümün Kökleri


Serbest piyasa kapitalizmi, düzenlemelerin azaltılması, özelleştirme ve ekonomide devlet müdahalesinin azaltılmasına vurgu yapan neoliberalizmin yükselişi Şili müdehalesiyle dünyayı dönüştürmeye başladı.


1970'ler ve sonraki yıllarda Batı dünyasındaki siyasi partilerin bileşimi ve stratejilerinde değişiklikler oldu. Bazı partiler neoliberal ekonomik politikaları benimsedi, geleneksel ideolojik sol ve sağ ayrımları bulanıklaştı.


Thatcher’ın İngiltere’de iktidara gelişi önemli bir dönüm noktasıydı. İngiltere kadar munis bir geçişe hazır olmayan Türkiye’nin dönüm noktası 12 Eylül travmasıydı. Travma sonrasında dönüşüme direnç olasılığı ortadan kalktı (1).


Batı ülkelerinde geleneksel siyasi katılım biçimleri, parti / sendika üyeliği gibi aidiyetler geriledi. Eylem bazlı organizasyonlar gibi yeni aktivizm biçimleri ortaya çıktı. Ayrıca, siyasette bireycilik ve tüketim kültürüne daha fazla vurgu yapılarak, partiler ve adaylar markalaşmaya ve söylemlere odaklanmaya başladı.


1970'lerden bu yana yeni iletişim teknolojilerinin, özellikle internetin ve sosyal medyanın ortaya çıkması, siyaseti derinden etkilemiştir. Bu platformlar, siyasi iletişimi dönüştürmüş, bilginin daha hızlı yayılmasını, politikacılar ve seçmenler arasındaki etkileşimi artırmış ve alternatif medya kaynaklarının yükselişine yol açmıştır. Ancak, bu platformlar aynı zamanda yanlış bilginin yayılması, yankı odaları ve halkın görüşlerinin manipüle edilmesi konularında endişelere yol açmıştır.


Üç Düşünür


Noam Chomsky, önde gelen bir Amerikalı dil bilimci, filozof ve siyasi aktivist olarak, özellikle 1970'lerden bu yana Batı dünyasındaki siyasetin dönüşümüne ilişkin kapsamlı bir analiz ve eleştiri sunmuştur. Chomsky'nin bakış açısı çağdaş siyasetin şekillenmesinde sermayenin, medya manipülasyonunun ve neoliberal ekonomi politikalarının rolünü vurgular.


İdeolojilerin ve siyasi partilerin değişimine gelince, Chomsky, büyük siyasi partilerde neoliberal ekonomi politikalarına doğru bir yakınsama olduğunu ve bu durumun siyasi spektrumun daralmasına yol açtığını savunmuştur. Birçok Batı ülkesindeki tüm büyük partilerin benzer ekonomik ajandaları benimsediğini, farklılıkların genellikle temel ekonomik prensiplerden ziyade sosyal ve kültürel konularla sınırlı olduğunu ileri sürmektedir.


Chomsky ayrıca, medyanın ve iletişim kanallarının kamuoyunu ve siyasi görüşü şekillendirmedeki rolünü eleştirmiştir. Sermayeye ait medya kuruluşlarının sıklıkla güçlü elitlerin çıkarlarını hizmet ettiğini ve mevcut durumu pekiştiren anlatıları teşvik ettiğini savunur (2).


Dahası Chomsky, anlamlı bir değişiklik yapmak için oy kullanma gibi geleneksel siyasi katılım biçimlerinin sınırlılıklarını vurgulamıştır. Toplumun doğrudan eylem, yerel örgütlenme ve topluluk hareketlenmesi gibi alternatif siyasi katılım ve aktivizm biçimlerini savunur.


Jean Baudrillard, Fransız bir sosyolog, filozof ve kültürel teorisyen olarak sıklıkla postmodernizm ve eleştirel kuramla ilişkilendirilir. Jean Baudrillard'ın politik düşüncesinin bazı temel yönleri şunlardır:


Baudrillard, modern toplumu, özellikle de tüketim kültürü, kitle iletişim araçları ve hipergerçeklikle olan takıntısıyla ilgili olarak oldukça eleştirel bir yaklaşıma sahiptir. Ona göre, modern toplum, gerçekliğin yerini gerçekliğin kopyaları veya simülasyonlarının aldığı bir dönemdir ve bu da gerçekliği bulanıklaştırır ve güç ve kontrol sistemlerini devam ettirir.


Baudrillard'ın "hipergerçeklik" (hyperreality) kavramı, gerçekliğin ve simülasyonun birbirine karıştığı bir durumu tanımlar. Ona göre, modern toplumda gerçeklik, artık orijinal bir referansa sahip değildir ve gerçek olan ile sunulan arasındaki fark giderek bulanıklaşmaktadır.


Hipergerçeklik, medya, reklam, popüler kültür ve teknoloji gibi unsurların etkisiyle, insanların algıladığı gerçeklikle sunulan imajlar arasındaki çizginin giderek silikleştiği bir durumu ifade eder. Bu simülasyon süreci, Baudrillard'a göre, gerçek siyasi aksiyon ve direnişin mümkünlüğünü baltalar.


Baudrillard, kitle iletişim araçlarının ve iletişim teknolojilerinin politik söylem ve algıyı şekillendirmedeki rolünü analiz etmiştir. Medyanın, altta yatan toplumsal ve siyasi gerçeklikleri gizleyen hipergerçeklik anlatılarını oluşturmada merkezi bir rol oynadığını savunmuştur. Baudrillard medyanın tüketim kültürü ve siyasi pasiflik ideolojilerini pekiştirmedeki rolünden özellikle eleştirel bir şekilde bahsetmiştir.


Slavoj Zizek, çağdaş politikanın yozlaşmasına ilişkin çeşitli gözlemlerde bulunmuştur. Zizek’e göre postmodern dönemde geleneksel ideolojilerin çöküşü, bireylerin kendilerini siyasi olarak konumlandırmalarını zorlaştırır ve politik katılımı etkiler.


Postmodern politikanın giderek tüketim kültürü ve simgesel politika tarafından belirlendiğini savunur. Gerçek siyasi mücadelelerin yerini simgesel jestler, gösterişli performanslar ve medya etkileşimleri alır. İdeolojik yapılar görünmez olur. Medya, sinema ve diğer popüler kültür formları aracılığıyla, bireylerin siyasi algıları ve tutumları üzerinde derin etkiler bırakan ideolojik mesajlar yayılır.


Kapitalizmin hegemonyası altında, politika yalnızca bir pazarlama aracı haline gelir ve demokrasi, gerçek katılımın yerine tüketim ve seçimler aracılığıyla sunulan bir illüzyon haline gelir.


*********************************************************

 

Üç düşünürün de ortak vurgu noktası olan medya, kültür ve siyaset alanları elitlerin istihdam alanlarıdır.


Türkçe’de özel anlam yüklü olan “aydın” kelimesi batı dillerindeki entelektüel kelimesinden oldukça farklıdır. Entellektüel, akli yetenekleriyle öne çıkan bir figürdür. Bir entellektüel her zaman çıkarlarını belirli toplumsal kesimlerle birleştirebilir.


İtalyan düşünürü Gramsci bu ortaklaşmayı anlatmak için organik aydın kavramını kullanır. Bunun anlamı çıkarını ve düşüncesini bir sınıfla birleştirmek demektir.


Türkiye’deki ve dünyadaki siyasetsizlik ve yozlaşmayı çözümleyebilmek için muhakkak eli kalem tutan kesimin hayata baktığı (sakat) perspektifin iyi bir çözümlemesi gereklidir.



DİPNOTLAR


1. Naomi Klein’ın Şok Doktrini ( Felaket Kapitalizminin Yükselişi ) (2007) adlı kitabı, politik ve ekonomik teorilerin birleşimiyle modern tarih boyunca yaşanan olayları inceliyor. Kitap, acil durumlar, krizler ve felaketlerin, özellikle de doğal afetler, siyasi darbeler ve savaşlar gibi durumlarda, kapitalist güçlerin kâr amacıyla nasıl fırsatlar yarattığını araştırıyor.


2. Chomsky’nin Rızanın İmalatı ve Medya Denetimi kitapları derinleşme amaçlı okunabilir.





21 Şubat 2024 Çarşamba

Film Okuma: Martin Eden

 


Bu hafta Jack London'ın Martin Eden’ıyla buluşuyoruz. Romanı okuyanları bir sürpriz bekliyor, karşımızda Amerikalı değil, İtalyan bir Martin Eden var ve film Napoli’de geçiyor.


Film Proudhon ve Bakünin’le birlikte anarşizmi kuran Errico Malatesta’nın 1 Mayıs mitinginde konuşmasıyla başlıyor. Kapitalizmin sınıf mücadelesiyle ortadan kaldırılabileceğini, fakat devrimden sonra işçi sınıfının iktidarı almak yerine komünler kurarak, doğrudan demokrasiyi işletmesi gerektiğini savunuyor.


Martin’in düşüncelerini savunduğu Spencer ise Sosyal Darwinciliğin kurucusu. Doğada olduğu gibi güçlü olanların hayatta kalması, zayıfların elenmesi gerektiğini söylüyor. Yani devlet eğitim ve sağlık hizmetlerini ücretsiz sunarak, toplumun doğal dengesini bozuyor.


OKUMA ÖNERİLERİ

https://anarsizm.org/orgutlenme-errico-malatesta/

https://drive.google.com/file/d/1dy0IWbHsC1ulntSDDrdwyrDriTEuyDTf/view?usp=sharing


FİLM TANITIMI (E. ÇİĞDEM ŞAHİN)


"Dünya benden daha güçlü. Onun gücüne karşı bir başımayım. Azımsanacak bir başarı değil. Ona boyun eğmediğim sürece ben de güçlüyüm. Ona karşı kelimelerimin kudreti olduğu sürece gücümden korksunlar.''

İtalyan yönetmen Pietro Marcello'nun objektifinden bir Jack London uyarlaması olan Martin Eden filmi bu vurucu cümlelerle başlıyor.

Amerikalı yazar Jack London'ın Martin Eden'i, Kaliforniya'nın Oakland kentinde 20. Yüzyılın başında geçen, eğitim alamamış genç bir denizci olan Martin Eden'in yazar olma arzusuyla yanıp tutuştuğu hikayesini alıyor İtalyan yönetmen Marcello, İkinci Dünya Savaşı'nın ertesi Napoli'ye, İtalya'ya taşıyor.

Fakir semtlerde, belirgin bir sefalet içinde yaşayan işçi sınıfının hayatını yaşarken, burjuva bir genç kıza aşık olan Martin Eden'in çok ünlü bir yazar olarak ama yine de hazin sonuçlanan sınıf atlama hikayesi de diyebiliriz.

Kendisi bir Sosyalist olmasına karşın kahramanı Martin'i keskin bir bireyci olarak yaratan Jack London'ın, her birinin kendi içindeki büyük çelişkilerini gizlemeyen Sosyalizm, Anarşizm, Bireycilik arasında gidip gelen iç diyaloglarını da filmde bolca bulacağız.

28 Şubat Çarşamba günü saat 17.00'de izleyeceğimiz, Pietro Marcello'nun 2019 yılı yapımı Martin Eden'ının vadettiklerinin küçük bir kısmı böyle.

“Özgürlüğü kuranlar kendilerini daima zindanları kuranlardan daha iyi ifade eder”

Martin Eden


14 Şubat 2024 Çarşamba

Sosyal çürüme söyleşisi

 

Çürüyoruz. Süreç küreselleşmeyle başladı dünyada ve ülkemizde. 100 yıllık cumhuriyetimizin kurumları son çeyrekte tümüyle çürütüldü. Vahşi kapitalizmle toplumsal çözülmenin altın çağını yaşıyoruz.

Hepimiz tanığıyız yaşananların, etkileniyoruz ve her tarafımızı sarmaya hızla devam ediyor toplumsal çürüme.

Nasıl geldik bugünlere, konuşacağız. Peki ne(ler) yapmalıyız tek tek ve birlikte, konuşacağız. Çözüm önerilerimizi söyleyeceğiz, birlikte sonuçlar çıkaracağız.

 

OKUMA ÖNERİLERİ:

Korkut Boratav:

https://www.gazeteduvar.com.tr/korkut-boratav-ekonominin-cokmesini-degil-durgunlasarak-curumesini-yasiyoruz-makale-1638292

Akif Akalın:

https://www.yurtseverlik.com/dr-akif-akalin-yazdi-ucuz-isgucu-ya-da-emek-yagmasinin-oteki-yuzu.html

 

SÖYLEŞİ NOTLARI (Zafer Anayurt)


Güçlü yayın gruplarının bireyciliği, ünlü kültürü ve gerçek kişisel başarılar yerine sosyal ağlara güveni teşvik ettiğini iddia eden birçok çağdaş düşünür bulunmaktadır. Bu düşünürlerden biri medya kuramcısı ve City University of New York'ta profesör olan Douglas Rushkoff'tur.

"Throwing Rocks at the Google Bus: How Growth Became the Enemy of Prosperity" adlı kitabında Rushkoff, dijital ekonominin, güçlü yayın grupları ve teknoloji devlerinin öncelikle kısa vadeli kazançlar, ünlü kültürü ve anlamsız kişisel başarılar üzerine kurulu olduğunu tartışır.

Benzer şekilde, Neil Postman, kesin anlamda çağdaş olmasa da (2003 yılında vefat etti), medya kültürünü eleştirmede etkili olmuştur. "Amusing Ourselves to Death" ve "Technopoly" gibi eserlerinde Postman, televizyon ve diğer kitle iletişim araçlarının eleştirel düşünme ve somut meselelere gerçek katılımın erozyonuna katkıda bulunduğunu savunur, gösteriş ve eğlenceyi, önemli tartışmalar ve gerçek kişisel başarılarla ilişkilendirilen derin içerikli tartışmaların yerine koymaktadır.

Bu düşünürler, medya konglomeralarının kültürel değerleri ve davranışları şekillendiren yollarını analiz etmişlerdir, genellikle sansasyonalizmi, eğlenceyi ve ün kazanma çabasını, gerçek kişisel tatmin ve anlamlı başarıların geliştirilmesinin önüne koymaktadırlar.

********

"Sosyal çürüme" söyleminin eleştirileri bulunmaktadır, özellikle de bu söylemin çerçevesi ve ima ettikleri konusunda. Bazı eleştiriler şunları içerir:

1. **Genelleme**: Eleştirmenler, "sosyal çürüme" kavramının sık sık karmaşık toplumsal sorunları basitleştirerek, bunları ahlaki çöküşe veya geleneksel değerlerin erozyonuna atfetmesine dikkat çekerler; ancak bu durum, daha geniş yapısal ve sistemik faktörleri göz önünde bulundurmaz.

2. **Muhafazakarlık ve Nostalji**: Sosyal çürüme söylemi sıklıkla konservatif ideolojilerle ilişkilendirilir ve geçmişi romantize eder, toplumsal değişime direnir. Eleştirmenler, bu bakış açısının sosyal dönüşüm ve çeşitlilik gibi olumlu yönleri göz ardı edebileceğini ve tarihin nostaljik ve idealize edilmiş bir görüşünü destekleyebileceğini öne sürerler.

3. **Suçlama ve Damgalama**: Sosyal çürüme söylemi, algılanan toplumsal sorunların sorumlusu olarak marjinal grupları, örneğin göçmenleri, azınlıkları veya fakirleri suçlama eğilimindedir. Bu suçlamalar, toplumsal bölünmeleri artırabilir ve stereotipleri güçlendirebilir.

4. **Ampirik Kanıt Eksikliği**: Bazı eleştirmenler, sosyal çürüme iddialarının ampirik kanıtlardan yoksun olduğunu ve daha çok anekdotal gözlemlere veya ahlaki yargılara dayandığını savunur.

5. **Kök Nedenlerin Göz Ardı Edilmesi**: Sosyal sorunlara katkıda bulunan temel yapısal sorunları ele almaktansa, sosyal çürüme söylemi yüzeydeki belirtilere veya ahlaki başarısızlıklara odaklanabilir, bu da etkili çözümler uygulamayı engelleyebilir.

6. **Pozitif Toplumsal Değişikliklerin İhmal Edilmesi**: Eleştirmenler, sosyal çürüme söyleminin genellikle toplumsal ilerlemeyi ve olumlu değişiklikleri göz ardı ettiğini, örneğin medeni haklarda, cinsiyet eşitliğinde ve teknolojik yeniliklerdeki ilerlemeleri göz ardı ettiğini öne sürerler.

Genel olarak, sosyal sorunlar konusundaki endişeler geçerlidir, ancak eleştirmenler, sosyal çürüme söyleminin karmaşık çağdaş toplumlarla başa çıkmak için basit, ideolojik ve işe yaramaz olabileceğini savunur.

***********

David Harvey'in neoliberalizm altında sosyal ilerleme konusundaki ana tezleri genellikle eleştirici niteliktedir ve neoliberal politikaların topluma olan olumsuz etkilerini vurgular. İşte David Harvey'in neoliberalizm altında sosyal ilerleme konusundaki ana tezlerinden bazıları:

1. **Sosyal Eşitsizlik**: Harvey, neoliberalizmin zenginleri ve güçlüleri fakir ve marjinalleştirilmiş kesimlerin aleyhine etkileyen politikaları teşvik etmesiyle sosyal eşitsizliği körüklediğini iddia eder.

Düzenlemelerin kaldırılması, özelleştirme ve zenginlere yönelik vergi indirimleri gibi neoliberal ekonomik politikaların, gelir ve servet uçurumunun genişlemesine neden olduğunu savunur.

2. **Mekansal Adaletsizlik**: Harvey, neoliberalizmin mekansal boyutlarını vurgular ve özellikle de coğrafi eşitsizlikleri ve kentsel eşitsizlikleri artırdığını belirtir. Gentrifikasyon ve kentsel yenileme gibi neoliberal kentsel politikaların, düşük gelirli sakinleri yerinden ettiğini ve şehirleri sınıf çizgileri boyunca ayrıştırdığını tartışır.

3. **Finansallaşma**: Harvey, neoliberalizm altında finansallaşmanın yükselişini analiz eder ve üretken yatırımlar yerine finansal piyasaların önceliğini nasıl bozduğunu ve ekonomik faaliyeti nasıl bozduğunu vurgular. Finansallaşmanın, ekonomik istikrarsızlığı artırırken zenginlik ve gücü finansal elitin ellerinde yoğunlaştırdığını iddia eder.

4. **Kamu Hizmetlerinin Piyasalaştırılması**: Harvey, kamusal hizmetlerin özelleştirilmesini ve piyasalaştırılmasını eleştiren neoliberal gündemi inceler. Özellikle eğitim, sağlık hizmetleri ve ulaşım gibi hayati kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesinin, sosyal refahı zayıflattığını ve ödeme gücüne dayalı olarak önemli kaynaklara erişimi sınırladığını savunur.

5. **Demokrasinin Erozyonu**: Harvey, neoliberalizmin piyasa mekanizmalarını demokratik karar alma süreçlerinin üzerine yerleştirmesiyle demokratik yönetimi nasıl erozyona uğrattığını iddia eder. Şirketlerin siyaset üzerindeki etkisi ve zenginliğin ve gücün yoğunlaşmasıyla birlikte, vatandaşların anlamlı siyasi eyleme katılma yeteneğini zayıflattığını savunur.

Harvey'in analizi genel olarak, neoliberalizmin piyasa çıkarlarını sosyal refahın önüne koyması, eşitsizliği artırması, demokratik yönetimi zayıflatması ve sosyal istikrarsızlığı teşvik etmesi nedeniyle sosyal ilerlemeyi engellediğini öne sürer.

*************

Seçilen yaşam tarzlarını ve tüketim alışkanlıklarını teşvik etmek için televizyon dizilerinin önyargıları ve önerilerine odaklanan televizyon eleştirisi bulunmaktadır. Bu tür eleştiri, medya çalışmaları ve kültürel çalışmalar alanına dahil olup, bilim insanları medya içeriğinin, televizyon programları da dahil olmak üzere toplumsal normları, değerleri ve davranışları nasıl şekillendirdiğini analiz eder. Bu alandaki bazı ana eleştiri noktaları şunları içerir:

1. **Temsil Önyargısı**: Eleştirmenler, televizyon dizilerinin genellikle belirli yaşam tarzlarını, değerleri ve tüketim alışkanlıklarını arzulanabilir veya hedeflenen olarak gösterdiğini, alternatif bakış açılarını marjinalleştirdiğini veya görmezden geldiğini iddia ederler. Bu, kalıp yargıların devam etmesine ve sosyal eşitsizliklerin pekişmesine neden olabilir.

2. **Ürün Yerleştirme ve Reklamcılık**: Televizyon dizileri genellikle ürün yerleştirme ve gömülü reklamcılığa yer verir, burada markalar, ürünlerinin belirgin şekilde sergilenmesi veya hikayenin içine entegre edilmesi için ödeme yaparlar. Eleştirmenler, bu durumun eğlence ile reklam arasındaki çizgiyi bulandırdığını, tüketimcilik ve materyalizmi kurnazca teşvik ettiğini savunurlar.

3. **İdealize Edilmiş Tasvirler**: Televizyon dizileri genellikle gerçekliğin idealize edilmiş veya süslenmiş bir versiyonunu sunar, burada karakterler lüks yaşamlar sürer veya sürekli olarak müsrif alımlar yaparlar. Bu, gerçek dışı beklentilere neden olabilir ve izleyiciler arasında yetersizlik veya memnuniyetsizlik duygularına katkıda bulunabilir.

4. **Kültürel Homojenleşme**: Bazı eleştirmenler, özellikle batı ülkelerinde üretilen ve küresel olarak ihraç edilen televizyon dizilerinin, yerel gelenekleri ve değerleri silen homojen bir tüketici kültürünü teşvik ettiğini iddia ederler. Bu, kültürel emperyalizme ve medya temsilinde çeşitliliğin
kaybına yol açabilir.

5. **Çevresel Etki**: Televizyon dizilerinde belirli tüketim alışkanlıklarının, örneğin hızlı moda veya tek kullanımlık ürünlerin aşırı tüketimi gibi, teşvik edilmesinin çevresel sonuçları olabilir.

Eleştirmenler, medya içeriğinde daha sorumlu ve sürdürülebilir tüketim tasvirlerine ihtiyaç olduğunu vurgularlar.

Genel olarak, yaşam tarzları ve tüketim alışkanlıkları konusundaki televizyon dizilerinin önyargıları ve önerilerine odaklanan televizyon eleştirisi, medyanın toplumsal değerleri ve davranışları nasıl şekillendirdiği ve eğlence programlarında ticari çıkarların etik sonuçları konusunda önemli soruları gündeme getirir.

***********

Televizyon (TV) ve basın ile internet medyası arasında toplumsal etkileşim modeli açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır. İşte bu farklılıkların bazıları:

1. **Yayılma Hızı ve Erişim**: Televizyon ve basın genellikle tek yönlü iletişim araçlarıdır. Televizyon programları ve gazeteler, izleyicilere veya okuyuculara içerik sunar ve bu içerik genellikle pasif bir şekilde tüketilir. Ancak, internet medyası etkileşimli bir platformdur ve kullanıcılara anlık geri bildirimlerde bulunma ve içerik üretme imkanı sunar. Bu, internet medyasının hızlı bir şekilde yayılmasına ve geniş kitlelere ulaşmasına olanak tanır.

2. **İçerik Çeşitliliği ve Kişiselleştirme**: İnternet medyası, geniş bir içerik yelpazesi sunar ve kullanıcılar istedikleri içeriği seçme ve kişiselleştirme özgürlüğüne sahiptirler. Bununla birlikte, televizyon ve basın, genellikle daha sınırlı bir içerik seçeneği sunar ve izleyici veya okuyucuların içeriği değiştirme veya kişiselleştirme imkanı yoktur.

3. **Etkileşim ve Katılım**: İnternet medyası, sosyal medya platformları, forumlar ve bloglar gibi etkileşimli platformlar aracılığıyla kullanıcılar arasında etkileşimi teşvik eder. Kullanıcılar içerikleri paylaşabilir, yorum yapabilir ve etkileşime geçebilirler. Bu, toplumsal etkileşimi artırır ve kullanıcıların aktif katılımını sağlar. Diğer yandan, televizyon ve basın, genellikle daha az etkileşimli bir deneyim sunar ve izleyicilerin veya okuyucuların içeriğe aktif olarak katılma şansı sınırlıdır.

4. **Güvenilirlik ve İtibar**: Geleneksel medya kuruluşları genellikle uzun bir geçmişe ve itibara sahiptirler. Televizyon kanalları ve gazeteler, genellikle haber doğrulaması ve kaynak kontrolü gibi standart gazetecilik ilkelerine uyarlar. Bununla birlikte, internet medyasında, içerik üreticilerinin ve platformların güvenilirliği ve itibarı değişkenlik gösterebilir. Bilgi kirliliği ve yanıltıcı içerik riski daha yüksektir.

Bu farklılıklar, televizyon ve basının geleneksel medya kanalları olarak toplumsal etkileşimdeki rolünü ve internet medyasının ortaya çıkardığı yeni dinamikleri vurgular. İnternet medyası, daha geniş kitlelere ulaşma, etkileşimi artırma ve kullanıcıların içeriğe katılımını teşvik etme potansiyeline sahipken, geleneksel medya, güvenilirlik ve doğruluk konusunda daha uzun bir geçmişe sahiptir.

*******

Elbette, Noam Chomsky'nin "Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Politik Ekonomisi" adlı eseri, medya ve iletişim alanında klasikleşmiş bir çalışmadır. Kitap, Chomsky ve Edward S. Herman tarafından kaleme alınmıştır ve kitle iletişim araçlarının, kamuoyunu şekillendirme ve manipüle
etme süreçlerini inceler. İşte kitabın ana fikirlerinden bir özet:

1. **Propaganda Modeli**: Chomsky ve Herman, medyanın işleyişini açıklamak için "propaganda modeli"ni geliştirirler. Bu model, medyanın haber üretme ve dağıtma süreçlerinde politik ve ekonomik güçlerin etkisini vurgular. Özellikle, kitap, medyanın büyük şirketler ve hükümet gibi güç odaklarının çıkarları doğrultusunda işlediğini savunur.

2. **Medya Kontrolü**: Kitap, medyanın büyük şirketler ve devlet tarafından kontrol edildiğini ve bu kontrolün, kamuoyunu etkileme ve kitleleri istenilen yönlere yönlendirme amacı taşıdığını ileri sürer. Bu kontrol mekanizmaları arasında reklam gelirleri, siyasi baskılar ve haber kaynaklarının sınırlı olması gibi faktörler yer alır.

3. **Seçici Algı Yönetimi**: Chomsky ve Herman, medyanın haber seçiminde ve sunumunda seçici bir algı yönetimi uyguladığını öne sürerler. Yani, medya kuruluşları belirli olayları vurgularken diğerlerini görmezden gelir veya çarpıtarak sunarlar. Bu da kamuoyunun gerçekleri tam olarak anlamasını engeller ve manipüle edilmesini sağlar.

4. **İdeolojik Hegemonya**: Chomsky ve Herman, medyanın ideolojik hegemonyayı pekiştirdiğini ve mevcut sosyal, ekonomik ve politik düzenin meşruiyetini sağladığını iddia ederler. Bu, toplumun belirli değerleri ve inançları benimsemesini teşvik eder ve mevcut güç yapısını
sorgulamadan kabul etmesini sağlar.

5. **Alternatif Medya**: Kitap, ana akım medyanın ideolojik sınırlamalarını aşmak için alternatif medya ve bağımsız haber kaynaklarının önemini vurgular. Bu tür medya kaynakları, farklı bakış açılarını ve çeşitli perspektifleri sunarak kamuoyunun daha geniş bir bilgi yelpazesine erişimini sağlar.

Genel olarak, "Rızanın İmalatı", medya ve iletişim üzerine kapsamlı bir eleştirel analiz sunar ve okuyucuları medyanın işleyişi ve etkileri konusunda derinlemesine düşünmeye teşvik eder.

*********

Nicolas Sarkozy, Silvio Berlusconi ve Donald Trump gibi liderlerin başa geçebilmesine neden olan bir dizi değişiklik ve faktör bulunmaktadır. Bunlar arasında şunlar vardır:

1. **Ekonomik Belirsizlik ve Kriz**: Bu liderlerin birçoğu, ekonomik belirsizlik dönemlerinde veya ekonomik krizler sırasında iktidara gelmiştir. Özellikle, ekonomik durgunluklar ve gelir eşitsizliğinin artması, halk arasında memnuniyetsizlik ve öfke yaratmış ve "anti-establishment" liderlerin yükselişine yol açmış olabilir.

2. **Popülizm ve Demagogi**: Sarkozy, Berlusconi ve Trump gibi liderler, popülist ve demagogik taktikleri kullanarak kitlelerin desteğini kazanmışlardır. Söylemleri genellikle duygusal tepkileri harekete geçirir ve basit çözümler sunar. Bu liderler, halkın duygularına hitap ederek, güçlü lider imajı çizerek ve "sistemi değiştirmek" vaadiyle destek toplamışlardır.

3. **Medya Gücü ve Tanıtım**: Berlusconi gibi liderler, medya sahipliği yoluyla kamuoyunu etkileme gücüne sahip olmuşlardır. Medya kontrolü, kendi hikayelerini ve politikalarını yayma ve eleştirilere karşı kendilerini savunma konusunda avantaj sağlamış olabilir. Trump da benzer şekilde, televizyon dünyasında ünlü bir figür olarak, medya üzerinde büyük bir etkiye sahipti ve bu, kampanyasını tanıtmak ve mesajını yaymak için kullandığı bir avantajdı.

4. **Sosyal Medya ve İletişim Teknolojisi**: Son yıllarda sosyal medyanın yükselişi, geleneksel medyanın yanı sıra liderlerin doğrudan kitlelere ulaşma ve mesajlarını yayma yeteneğini artırdı. Bu liderler, sosyal medya platformlarını etkili bir şekilde kullanarak, kendi destekçi tabanlarını genişletmiş ve mesajlarını doğrudan hedef kitlelere iletmekte daha az bağımlı hale gelmişlerdir.

5. **Kültürel ve Demografik Değişimler**: Birçok ülkede kültürel ve demografik değişimler, geleneksel siyasi partilerin ve kurumların güç kaybetmesine neden olmuştur. Bu liderler, değişen toplumsal dinamiklere daha iyi uyum sağlayabilmiş ve seçmenler arasında daha geniş bir çekim alanı bulmuşlardır.

Bu faktörlerin bir kombinasyonu, Sarkozy, Berlusconi, Trump gibi liderlerin başa geçmesini etkileyen temel değişikliklerdir. Ancak, her liderin yükselişindeki özel etmenler ve koşullar farklılık gösterebilir.

***********

Sıradan insanların depolitizasyonu, yani vatandaşların siyasi süreçlerden ve kurumlardan uzaklaşması, birkaç nedene bağlanabilir. Farklı düşünürler bu fenomen için çeşitli açıklamalar sunmuşlardır:

1. **Siyasi Kurumlara Duyulan Güvensizlik**: Birçok insan, geleneksel siyasi kurumlara güvenini kaybetmiş, onları yozlaşmış veya ihtiyaçlarına yanıt vermez olarak görmektedir. Bu hayal kırıklığı, siyasi süreçten uzaklaşma ve kayıtsızlıkla sonuçlanır. Francis Fukuyama ve Robert Putnam gibi siyaset bilimciler, sosyal sermayenin ve kurumlara olan güvenin azalmasını depolitizasyona katkıda bulunan faktörler olarak araştırmışlardır.

2. **Algılanan Güçsüzlük**: Sıradan vatandaşlar, mevcut siyasi yapılar içinde anlamlı değişiklik yapma konusunda güçsüz olduklarını hissedebilirler. Bu güçsüzlük hissi, parayla siyasetin etkisi, seçkinlerin karar alma süreçlerini kontrol ettiği algısı ve bürokratik sistemlerin karmaşıklığı gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir. Zygmunt Bauman gibi sosyologlar, küreselleşme ve teknokrasinin yurttaşlar arasında bir güçsüzlük duygusu yaratmasını incelemiştir.

3. **Medya ve Bilgi Aşırı Yükü**: Medya kanallarının artması ve sürekli bilgi bombardımanı bireyler için ezici olabilir. Bu bilgi aşırı yükü, insanların siyasi süreçte ilgisizlik veya alaycılık hissetmelerine yol açabilir, çünkü insanlar çelişen anlatılardan ve yanlış bilgilerden geçmeye
çalışırken zorlanırlar. Neil Postman gibi iletişim bilimcileri, medya doygunluğunun halkın katılımını ve siyasi farkındalığı nasıl etkilediğini incelemiştir.

4. **Ekonomik Eşitsizlik**: Ekonomik eşitsizlik, siyasi katılımda farklılıklar yaratabilir, çünkü marjinalleşmiş gruplar siyasi süreçten dışlanmış veya hakları ellerinden alınmış gibi hissedebilirler. Thomas Piketty ve Joseph Stiglitz gibi siyasi ekonomistler, ekonomik eşitsizliğin siyasi sonuçlarışekillendirdiğini ve nüfusun belirli kesimlerinde depolitizasyona nasıl katkıda bulunduğunu incelemiştir.

5. **Kültürel Değişimler**: Kültürel normların ve değerlerin değişmesi de siyasi katılımı etkileyebilir. Örneğin, bireyci değerler ve tüketici kültürü kişisel tatminin kolektif eylem veya vatandaşlık katılımı üzerinde öncelikli olmasını sağlayabilir. Christopher Lasch gibi sosyologlar, kültürel değişimlerin siyasi davranış ve vatandaşlık üzerindeki etkisini incelemiştir.




7 Şubat 2024 Çarşamba

Film Okuma: Brassed off (Usandık)

 


Bu hafta yine 1980’ler İngiltere’sinde, kömür madenlerindeyiz. Çünkü bugünü kavrayabilmek için 1980’leri çok iyi anlamak, “nerede hata yaptığımızı” görmek gerekiyor.

İngiltere’de 1980’lerde yüzden fazla kömür madeni kapandı ve 250 bin işçi işsiz kaldı. Peki, işçilerin dünya üzerinde en örgütlü olduğu, yıllarca işçi sendikalarının yönetiminde önemli etkisinin bulunduğu İşçi Partisi (Labour Party) tarafından yönetilen bir ülkede bu nasıl mümkün oldu? Fimin adı “Brassed off” (Usandık). İngiliz işçisi neden “usanmıştı”?

İngiliz işçisi örgütlüydü, fakat örgütlülüğü İngiliz işçisini sokağa atılmaktan kurtaramadı. Çünkü siyasal bilinci yetersizdi ve siyasal bilinç eksik olduğunda, örgütlülük tek başına işe yaramıyordu.

Eleştirmenler Brassed off filmini “dram / komedi” sınıfında değerlendirmişler. Yönetmen oldukça dramatik bir konuyu izleyicileri bol bol güldürerek işlemiş. Keyifli filmler.

Osman hocamızı aramızdan ayrılışının 1. yıldönümünde anıyoruz

  Güncel toplumsal sorunlar üzerine söyleşiler düzenleyerek Çanakkale’nin entelektüel yaşamına katkıda bulunmak amacıyla oluşturduğumuz Çana...