- Gittikçe dozu artan popülizm
- Alışılmadık, soru işaretli liderler
- Daralan ve bulanık siyasi programlar yerine söylemler savaşımı
- İmaj ve söylem oluşturmada üretimin klişeleşmesi ve profesyonelleşme
- Sosyal medya kullanımının belirleyiciliğinin artması
- Seçmenin uygar insanın en temel toplumsal hakkı olmaktan çıkışı ve sıradan insanın toplumsal olana yabancılaşması
Postmodern Zamanlarda Siyaset söyleşimizde her gün hissettiğimiz siyasi anlamsızlık ve yabancılaşma durumunu doğuran nedenleri birlikte ortaya çıkarmaya, tanımlamaya çalışacağız. Bu gidişin değişmesi için önümüzde hangi yollar olabileceği üzerinde kafa yoracağız.
Söyleşi öncesinde tüm katılımcıların ilgili olduğunu düşündüğü olay ya da analizleri kendi yorumuyla paylaşması söyleşiye zengin bir gündem ile başlamamızı sağlayacaktır.
Toplumsalda Değişen Ölçüler ve İnsanlık Aklının Felci (Zafer Anayurt)
Yarım asır ile kıyaslanabilir yaşlarda olanlarımız dünyada toplumsal olanın dönüşümüyle ilgili eşsiz bir tarihsel zaman aralığına tanıklık etti. İki kutuplu dünya düzeninin sonunu, sosyalizmin durgunlaşmasını ve çöküşünü, kapitalizmin küreselleşme adı altında derinleşerek hayatın her alanına sızmasını gördük.
O zamanlar hayal bile edemeyeceğimiz iş alanları doğdu, yaşamın her alanı ticarileşti. Finansal rakamlar muazzam ölçülerde katlanarak büyüdü. Bireyler küçüldü, insan toplumları da boyut olarak büyümesine tezat bir şekilde ekonomik aktiviteye tabi hale gelerek her anlamda küçüldü. Varoluş ve ifade alanları tüketime kısıtlandı.
Çocukluğumuzda haftanın belirli günlerinde 4 - 5 saat açık olan tek kanallı televizyon yayınından başlayıp, binlerce kanalın kuru gürültüsü içinde seçecek birini bulamadığımız olanaklara boğulduk. 1994 senesinde hayatımıza giren Internet’in bugün boğulan insanın ne yazık ki tek varoluş olanağına dönüşmesini yaşadık.
Kişiler, sosyal medya sayfalarına dönüştüler, klişeleştiler. Farklı bir kişi olmanın anlamının, Internet’te ve alış-verişte bir diğer seçki olmaya kadar indirgenmesini gördük. Kendini ifade et, tarzını sen yarat modası bir sigara reklamıyla başlamıştı: “sıradanlığın dışına çık” (escape from ordinary).
Sınırlı televizyon kanallarında önümüze konulanı izlediğimiz yıllarda şimdiki neslin tarihten kaçış olanaklarına sahip değildik. Feodallerin, serflerin, kölelerin, aristokratların, çıkış halindeki burjuvazinin resmedildiği filmleri, farklı yüzyılları aptal kutusunda ve sinemalarda görmüştük.
Aptal kutusu şimdiki kadar aptallaştırmazdı o zamanlar. O zamanlar sinemalarda film gösterilirdi. Televizyonlarda da. Animasyon icat edilmemişti. Gerçek insanların (yanlı da olsa) gercek öykülerini gerçek insanların canlandırdığı filmler.
Uzay Yolu’yla evrene açıldık, Kaptan Onedin ile denizlere. Nesil olarak bugünkü kadar tarih-dışı değildik. Devlet kanallarımızın geçmişteki tek tabanca içerik kaynakları sayesinde Amerikan kültürünü epey tanıdık. Baskın olmasa da Avrupa duygusunu da gördük. Kültürler arasında kaldık.
Bugünden bakışla anlıyoruz ki Batı uygarlığının iyi zamanlarını görmüşüz. Çöküş ufuktaymış. Yanıbaşımızda biçimlenen yurdumuz taşrası, aptal kutularımızdaki dünya kadar gerçek gelmiyordu. Yanımızda ama uzaktı. Ama ülke siyasetinde kaderimize hükmetmeye hazırlananlar tarafından taşrada ve varoşlarda kazanın altı yakılmıştı. Egemen sınıf aklının kendi kaynaklarını bilmemesi mümkün değil.
Dünya siyasetinin dönüşümünü gördük. Brejnev’in mumya yüzünü, askeri geçit törenlerini gördük. Sosyalizmi bilek güreşinde altta kalmamak sandık. Farklı bir kültür ve yaşam yaratmak olarak algılayamamak yüksek bedelli bir hata oldu.
Filmlerindeki yurtseverlik, doğruluk, adalet, etik, cesaret ile ilgisi kalmamaya başlayan Birleşik Devletler siyasetinde Nixon skandalı da bu döneme aitti. İnsanlık siyaset tarihinde bir keskin dönüşümün habercisiydi. İlkeler vitrinde tutmak için çok pahalı hale gelmeye başlamıştı.
Ancak yine de Watergate’in dahi bir skandal bile olamayacağı günümüz gibi bir gelecek hayal edemezdik. Başka bir devletin manipüle ettiği bir ABD seçimi iddiasına 1970’lerde güler geçerdik. Bugüne hangi dönüşümlerle geldik? Siyaset nasıl bugünkü biçimsizliğe dönüştü? Bu sürecin ana destekçileri ve mimarları kimlerdi? Hangi araçları kullandılar? Dünya hangi yollardan geçti?
Dönüşümün Kökleri
Serbest piyasa kapitalizmi, düzenlemelerin azaltılması, özelleştirme ve ekonomide devlet müdahalesinin azaltılmasına vurgu yapan neoliberalizmin yükselişi Şili müdehalesiyle dünyayı dönüştürmeye başladı.
1970'ler ve sonraki yıllarda Batı dünyasındaki siyasi partilerin bileşimi ve stratejilerinde değişiklikler oldu. Bazı partiler neoliberal ekonomik politikaları benimsedi, geleneksel ideolojik sol ve sağ ayrımları bulanıklaştı.
Thatcher’ın İngiltere’de iktidara gelişi önemli bir dönüm noktasıydı. İngiltere kadar munis bir geçişe hazır olmayan Türkiye’nin dönüm noktası 12 Eylül travmasıydı. Travma sonrasında dönüşüme direnç olasılığı ortadan kalktı (1).
Batı ülkelerinde geleneksel siyasi katılım biçimleri, parti / sendika üyeliği gibi aidiyetler geriledi. Eylem bazlı organizasyonlar gibi yeni aktivizm biçimleri ortaya çıktı. Ayrıca, siyasette bireycilik ve tüketim kültürüne daha fazla vurgu yapılarak, partiler ve adaylar markalaşmaya ve söylemlere odaklanmaya başladı.
1970'lerden bu yana yeni iletişim teknolojilerinin, özellikle internetin ve sosyal medyanın ortaya çıkması, siyaseti derinden etkilemiştir. Bu platformlar, siyasi iletişimi dönüştürmüş, bilginin daha hızlı yayılmasını, politikacılar ve seçmenler arasındaki etkileşimi artırmış ve alternatif medya kaynaklarının yükselişine yol açmıştır. Ancak, bu platformlar aynı zamanda yanlış bilginin yayılması, yankı odaları ve halkın görüşlerinin manipüle edilmesi konularında endişelere yol açmıştır.
Üç Düşünür
Noam Chomsky, önde gelen bir Amerikalı dil bilimci, filozof ve siyasi aktivist olarak, özellikle 1970'lerden bu yana Batı dünyasındaki siyasetin dönüşümüne ilişkin kapsamlı bir analiz ve eleştiri sunmuştur. Chomsky'nin bakış açısı çağdaş siyasetin şekillenmesinde sermayenin, medya manipülasyonunun ve neoliberal ekonomi politikalarının rolünü vurgular.
İdeolojilerin ve siyasi partilerin değişimine gelince, Chomsky, büyük siyasi partilerde neoliberal ekonomi politikalarına doğru bir yakınsama olduğunu ve bu durumun siyasi spektrumun daralmasına yol açtığını savunmuştur. Birçok Batı ülkesindeki tüm büyük partilerin benzer ekonomik ajandaları benimsediğini, farklılıkların genellikle temel ekonomik prensiplerden ziyade sosyal ve kültürel konularla sınırlı olduğunu ileri sürmektedir.
Chomsky ayrıca, medyanın ve iletişim kanallarının kamuoyunu ve siyasi görüşü şekillendirmedeki rolünü eleştirmiştir. Sermayeye ait medya kuruluşlarının sıklıkla güçlü elitlerin çıkarlarını hizmet ettiğini ve mevcut durumu pekiştiren anlatıları teşvik ettiğini savunur (2).
Dahası Chomsky, anlamlı bir değişiklik yapmak için oy kullanma gibi geleneksel siyasi katılım biçimlerinin sınırlılıklarını vurgulamıştır. Toplumun doğrudan eylem, yerel örgütlenme ve topluluk hareketlenmesi gibi alternatif siyasi katılım ve aktivizm biçimlerini savunur.
Jean Baudrillard, Fransız bir sosyolog, filozof ve kültürel teorisyen olarak sıklıkla postmodernizm ve eleştirel kuramla ilişkilendirilir. Jean Baudrillard'ın politik düşüncesinin bazı temel yönleri şunlardır:
Baudrillard, modern toplumu, özellikle de tüketim kültürü, kitle iletişim araçları ve hipergerçeklikle olan takıntısıyla ilgili olarak oldukça eleştirel bir yaklaşıma sahiptir. Ona göre, modern toplum, gerçekliğin yerini gerçekliğin kopyaları veya simülasyonlarının aldığı bir dönemdir ve bu da gerçekliği bulanıklaştırır ve güç ve kontrol sistemlerini devam ettirir.
Baudrillard'ın "hipergerçeklik" (hyperreality) kavramı, gerçekliğin ve simülasyonun birbirine karıştığı bir durumu tanımlar. Ona göre, modern toplumda gerçeklik, artık orijinal bir referansa sahip değildir ve gerçek olan ile sunulan arasındaki fark giderek bulanıklaşmaktadır.
Hipergerçeklik, medya, reklam, popüler kültür ve teknoloji gibi unsurların etkisiyle, insanların algıladığı gerçeklikle sunulan imajlar arasındaki çizginin giderek silikleştiği bir durumu ifade eder. Bu simülasyon süreci, Baudrillard'a göre, gerçek siyasi aksiyon ve direnişin mümkünlüğünü baltalar.
Baudrillard, kitle iletişim araçlarının ve iletişim teknolojilerinin politik söylem ve algıyı şekillendirmedeki rolünü analiz etmiştir. Medyanın, altta yatan toplumsal ve siyasi gerçeklikleri gizleyen hipergerçeklik anlatılarını oluşturmada merkezi bir rol oynadığını savunmuştur. Baudrillard medyanın tüketim kültürü ve siyasi pasiflik ideolojilerini pekiştirmedeki rolünden özellikle eleştirel bir şekilde bahsetmiştir.
Slavoj Zizek, çağdaş politikanın yozlaşmasına ilişkin çeşitli gözlemlerde bulunmuştur. Zizek’e göre postmodern dönemde geleneksel ideolojilerin çöküşü, bireylerin kendilerini siyasi olarak konumlandırmalarını zorlaştırır ve politik katılımı etkiler.
Postmodern politikanın giderek tüketim kültürü ve simgesel politika tarafından belirlendiğini savunur. Gerçek siyasi mücadelelerin yerini simgesel jestler, gösterişli performanslar ve medya etkileşimleri alır. İdeolojik yapılar görünmez olur. Medya, sinema ve diğer popüler kültür formları aracılığıyla, bireylerin siyasi algıları ve tutumları üzerinde derin etkiler bırakan ideolojik mesajlar yayılır.
Kapitalizmin hegemonyası altında, politika yalnızca bir pazarlama aracı haline gelir ve demokrasi, gerçek katılımın yerine tüketim ve seçimler aracılığıyla sunulan bir illüzyon haline gelir.
*********************************************************
Üç düşünürün de ortak vurgu noktası olan medya, kültür ve siyaset alanları elitlerin istihdam alanlarıdır.
Türkçe’de özel anlam yüklü olan “aydın” kelimesi batı dillerindeki entelektüel kelimesinden oldukça farklıdır. Entellektüel, akli yetenekleriyle öne çıkan bir figürdür. Bir entellektüel her zaman çıkarlarını belirli toplumsal kesimlerle birleştirebilir.
İtalyan düşünürü Gramsci bu ortaklaşmayı anlatmak için organik aydın kavramını kullanır. Bunun anlamı çıkarını ve düşüncesini bir sınıfla birleştirmek demektir.
Türkiye’deki ve dünyadaki siyasetsizlik ve yozlaşmayı çözümleyebilmek için muhakkak eli kalem tutan kesimin hayata baktığı (sakat) perspektifin iyi bir çözümlemesi gereklidir.
DİPNOTLAR
1. Naomi Klein’ın Şok Doktrini ( Felaket Kapitalizminin Yükselişi ) (2007) adlı kitabı, politik ve ekonomik teorilerin birleşimiyle modern tarih boyunca yaşanan olayları inceliyor. Kitap, acil durumlar, krizler ve felaketlerin, özellikle de doğal afetler, siyasi darbeler ve savaşlar gibi durumlarda, kapitalist güçlerin kâr amacıyla nasıl fırsatlar yarattığını araştırıyor.
2. Chomsky’nin Rızanın İmalatı ve Medya Denetimi kitapları derinleşme amaçlı okunabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder